19 Aralık 2019 Perşembe

AYDIN TANITIM


                                                                              AYDIN

      Uzun bir yolculuğun ardından hafızama yeni anılar kazandırmak için başka bir durağa varmıştım. Karanlıktan sadece silueti belli olan incir ağaçlarını ve kaldırımda incir satan uzun hayat tecrübeli toprağın insanlarını seyrederek kalacağım yere vardım. Yarından itibaren meraklı bir misafiri olacağım Aydın’ı tanıma heyecanı içerisinde uykuya daldım.
       Yolculuk esnasında Buharkent’te “Dağlarından yağ, ovalarından bal akan şehir.”  Yazısını görmem ve Evliya Çelebi’ye teşekkürlerimi etmem ile “ Nereden başlasam?” sorusuna cevap vermiş olmanın verdiği rahatlık sayesinde güneşin çağrılarını onaylayıp yastık ve yorganla vedalaştım. Güzel bir kahvaltı isteği ile kendimi Didim’in sokaklarına attım. Buradan keşfetmeye başlayacaktım bu şehri. Denize yakın temasta bulunan bir yerde kahvaltımı yaparak gezime başladım.
        Kararlılığıma son veren sözün övdüğü incir ve zeytini yakından tanımak için tavsiyeler üzerine Akköy’e gittim. Aldığım bilgiler doğrultusunda yerleşiminin 1820 ‘lere dayanan ve Mübadele zamanında Bulgaristan ve Yugoslavya’dan gelen Türklerin yerleştirildiğini öğrendiğim, Arnavut kaldırımları, tarihi evleri, eski kilisesi ile 200 0’lerde yapılan bir uygulama ile sanat ve tarihin bir arada yaşamını sürdürdüğü bu ilgi çekici köy hakkında daha fazla bilgi edinmek için yerinde, daha kapsamlı bir araştırmaya ihtiyaç duyduğumu hissederek bu ihtiyacımı giderip şu sonuçlara ulaştım:
       Akköy isminin köydeki evlerin duvarları Kutsal Yol üzerinde bulunan Yeşilkavak mevkiinden taş ocağından işlenip at arabalarıyla getirilen beyaz taşlardan yapılmasıyla bu köye yakıştırılması şaşırtıcı olmasa gerek ! Mübadelenin verdiği bir sonuç olan Osmanlı – Rum mimarisinin içine kazandırılmış olan sanatı bu köyün sokaklarında görmek mümkün. Egenin yirmiye Yakın Egeli yazar ,  şair, ressam ve tiyatrocuların adlarının sokaklara isim olarak verilmesiyle  10 senedir Akköy, tarihin sanat ile harmanlandığı harika bir yer .
        Kesme taşların zemin olduğu kaldırımlara yer yer döşenen lezzetlere yönelerek uzun zamandır bu toprakların ismiyle anılan zeytinin ve incirin dünyasına dalmak amacıyla yüzünde tatlı bir yorgunluk olan ve toprakla dost olan, yaşını parmakla saymayı bırakmış teyzemin yanına çöktüm. İsminin Hülya olduğunu öğrendiğim bu toprağın insanına önündeki tezgahta sergilediği zeytinin , incirin , çileğin , zeytin yağının öyküsü anlatmasını istedim . Beni kırmayıp senelerce haşır neşir olduğu bu değerlerin değerli öyküsünü anlatmaya başladı .
       Didim Akköy arasında yol kenarlarında da satılan çileklerin Akköylü çiftçilerin son yıllarda bizim topraklarda olmaz diyenlere inat yetiştirmelerinin sonucu olduğundan bahsetti . Hülya Teyze ardından yol kenarlarında birkaç kez karşılaştığım zeytin yağı fabrikalarının işlevini hatırlatırcasına zeytine ve zeytin yağına yöneldi . Zeytin dikili alanlarını , hasat vakti gelince çocuğuyla , torunuyla zeytinlerini ağaçtan alışını , mideye hitap edecek kıvama gelinceye kadar kullandığı tekniği ,  bir miktarını zeytin yağına dönüştürdüğünü detaylıca anlattıktan sonra gözlerimin incire kaymasını fark ederek inciri anlatmaya başladı . Elini aldığı lop inciriyle içi cam gibi kırmızı ve dışı sapsarı ama adından anlaşıldığı üzere iri bir cins olan incir ile buradaki ismi ile yemiş dibinden bal akan incirleri ballandıra ballandıra anlatırken sonra havanın kararması ile tezgahını toplamaya başladı . Hülya Teyzeye veda ettikten sonra kaldığım yere geri geldim . Eski adı ile Yoran olan bu ilçe hakkında olacak olan hatıralarıma mavi ve yeşili ile Akbük’ü,  ünlü sahili  Altınkum’u , tarihi ile Apollonu  kazandırdıktan sonra Söke ovasını fotoğraf karelerine  sığdırarak Kuşadası durağıma vardım . plajlarına ve milli parkına hayranlığımı kabul ederek ertesi gün daha fazla anı depolama  isteğimi düşünerek uykuya dalma ihtiyacımı ertelemeden gerçekleştirdim .
     Ertesi gün şehrin doğal güzelliğini fazlaca göz önüne serdiği denize , yeşil doğaya misafir olduktan sonra Zeus Mağarısına uğrayarak rotamı doğuya çevirdim.
Yeni durağım Germencik ilan ettikten sonra Tekin Köye, Magnesia antik kentine yönümü çevirdim. Asya’nın  en eski yedinci kenti olduğu söylenen ızgara planlı cadde ve sokaklarına sahip olan bu eski ticaret merkezini ziyaretimin ardından öğle yemeğini yöre halkının lezzetli ellerinden çıkan yöresel yemekler ile icra etmem gerektiğini düşünerek yöresel yemekler yapan bir lokantaya gittim. Keşkekten yuvarlamasına, zeytinyağının lezzetlendirdiği bir sürü yemeklerle gözlerimi, birkaçıyla da midemi doyurduktan sonra durağımı biraz daha ilerlettim. İncirliova’daydım. Durak noktalarımı geniş tutup Aydın’da gezilmemiş yer bırakmak istemiyordum. Asırlık deve güreşlerinin yapıldığı bir zamana denk gelmiş olmanın verdiği sevinçle şölen alanına ilerledim, baldırlarında boşluğa süzülen kıyafetleriyle adeta bu ilin simgesi olmuş efeleri görmüştüm. Harmandalı dedikleri, ezginin ritmik vücut hareketleriyle görsel bir şölene dönüştüğü bu oyunu izlerken kollarını havalandırmış ve yüzünde yaptıkları işlerin memnuniyetiyle oluşan gülümsemenin sahiplerine teşekkür ederek organizasyonun ara vermesine doğru   Kültür Parkına gidip sıcak bir çay ile haritama baktım. Daha gezilecek çok yer vardı. Çekmiş olduğum fotoğrafları incelemek için masada önüme yer açıp çayımı hafif ilerlettim. Bir karede Hülya Teyze vardı. Tüm gün yapmış olduğumuz sohbet aklıma gelince hafif bir tebessüm ettim. Bir diğer karede Söke ovasına girmeden uğradığım Bafa gölü vardı beyaz bir sayfayı harika bir şekilde anlamlandıran fotoğraflara ayırdığım süreyi durdurarak tekrardan yola çıktım.  Koçarlı’da kısa bir kahve molası vererek Karpuzlu’da  Meriçler Göleti`ni fotoğraflayarak Çine’de yolculuğuma mola izni verdim. Çam ormanları ile ilçenin ismiyle anılan çayın verdiği Çine ovası zeytin ve pamuk için vatandır. Son yıllarda madencilik faaliyetlerinin de olduğu bu ilçe dağlık bir alanda oluşum göstermiş. Şehrin tarihine inmek isteyince  Alabanda Antik Kentine uğramam konusunda verilen tavsiyelere uyarak Doğanyurt köyüne gittim. Antik kentin isminin buradan geldiğine dair iki görüş varmış; Karia dilinde Ala “at” Banda ise “Barış” anlamına gelirmiş. Diğer görüşe göre kentin adı kar tanrısı Alabandos’tan geliyormuş. Alabanda'ya veda ettikten sonra ilin merkezi olan Efeler’e gittim. Şehrin özetini yansıtacak olan Aydın Müzesine adımlarımı çevirdim. Aydın’ı genel olarak tanımanın verdiği mutlulukla müzeden çıktım ve mideme yeni bir yöresel lezzetle tanıştırdım. Ebegümeci  isimli bu tadın lezzetine vardıktan sonra Strabon ’dan öğrenilen  ve adını Trakyalı bir savaşçıdan almış olan Tralleis Antik Kenti’ndeydim. Günümüzde Gymnasium kısmının kemer kalıntıları sebebiyle buraya halk tarafından ‘’Üç Gözler’’ adı verilmiş. Büyük menderesin kuzeyinde uzanan bu yapıyı da geride bıraktıktan sonra   Evliya Çelebinin seyahatnamesinde "Göçük" denilen ve ardından Köşk denilmeye başlanan bu ilçede. Geçerek Sultanhisar da durdum. Nysa Antik kentini de fotoğraf karelerine ekleyerek her sokağının meydana çıktığı ülkenin ilk yerleşim yeri olan Atça’ya gelmiştim. Kurtuluş Savaşı’nda yakılan bu köy yeniden mimari oluşum göstererek planlı ve düzenli bir hale gelmiştir. Bu yönüyle Atça'ya "Türkiye'nin Parisi’de denmekteymiş. Her yıl düzenlenen çilek festivali de yöreye gelen ziyaretçilerin davetiyesi durumunda.
        Aydın'a gelip de Yenipazar’ın pidesini yemeden gitmek olmaz diyerek yeni durağım Yenipazar da bir lokanta ilan ettim. Yenipazar 'dan ayrılmadan fotoğraf karelerime Dip Gölünü de eklemek için "Sakin Şehir" adını alan Yenipazar da konaklama kararı aldım. Dip Gölünün ardından konaklayacağın yere vararak tatlı yorgunluğumun sona ermesi için uykunun davetimi kabul etmesinin bekledim. Ertesi gün yeni keşifler için yola koyuldum. Sokaklarda turuncu renkler görmemle Nazilli'ye gelmiş bulundum. Tabelaları takip ederek çarşıya doğru ilerledim. Çarşı yolu üzerinde enstrümanları ile hem müzik çalıp eğlenen hem de para kazanmaya çalışan gençlerin çarşıya ayrı bir hava kattığını söylemem gerek. Tostçular sokağında Nazilli'ye has usullere yapılan enfes tostlar kahvaltı yamadığımı bana hatırlatarak kendine doğru çelmeye başarmış durumda. 25 senelik tostçular sokağında karnımı doyurduktan sonra şehrin sloganı ve ve şehirle özdeşlenen "uzun yaşamın şehri" tabelalarını defalarca  bakarken bu şehrin emekli şehir imajını çizdiğini de söylemem gerek . Sokakları gezerken kendimi bir anda içinde bulduğum ilçe pazarı organik bir meyve ,sebze cennetine düştüğüm hissini uyandırdı Nazilli'de uzun ve sağlıklı  yaşamamız imkansız olsa gerek pazardan çıkıp soluklanacak bir yer  aradım. karşıma kocaman ağaçların cömertçe gölgelerini insanlara sunduğu geniş ve güzel bir çay bahçesi çıktı. Bunun gibi bir çok samimi çay bahçelerini olduğunu özellikle yazın akşamları  dolup taştığını öğrendim sohbet etme fırsatı bulduğum birinden uzun çarşının biraz ilersinde kalan kestane camisine  adımlarımı yönettim. Etrafındaki kapalı çarşıyı andıran dükkanların olması nedeniyle dışarıdan duvarları görünmeyen , içeriden gelenleri karşılayan ahşap yapısı ile kestane cami küçük bir çarşı camisi görünümü ile insanları büyülemeye yetiyor.  Sokaklarının büyüsüne alıştıktan sonra                            Bozdoğan'a gitmek için yine yollardaydım.
Madran Dağı'nın eteklerini albümüme yeni görsel anılar kazandırmak için çıkmıştım. Memba suyuna yuvalık yapan bu dağa veda ederek şehir merkezine ardından da ilçe sınırları dışarısına çıkarak soluksuz yolculuğuma kaldığı yerden devam ettim . Dandoloz Çayı boyunca zeytin , narenciye ve daha sonra çam ağaçları arasından Karacasu'ya ulaşmıştım. 17 tane yaylası olduğunu öğrendiğim Karacasu'dan ayrılmadan önce bu yaylalardan birine gideceğimi aklıma not ederek  Geyre'ye doğru yol aldım. Yolda gördüğüm toprak testicileri ve pideciler bana Karacasu hakkında söylenen "hamura ve çamura "şekil veren memleket sözünün ne kadar yerinde bir söz olduğunu gösterdi diyebilirim . yolun sonunda adını mitolojide yer alan aşk ve güzellik tanrısı olan Afrodit'ten olan Helenistik yapısıyla Afrodisias ile karşılaştım. 2017 de UNESCO dünya mirası listesine alınan bu eski yerleşim yerinin zenginliğini kuzeyinde yer alan mermer ocaklarından gelmekteymiş. Afrodisias ‘la vedalaştıktan sonra ilçenin başka bir güzelliğine yöneldim. İlçeye ilk girdiğimde aklıma not ettiğim yaylalardan birini görmek için daha yükseklere çıktım ve  gözlerime tutulan mavi ve yeşil renklerinden oluşan tabloya baktım . Kahve Deresi yaylasındaydım uzun bir yürüyüşün ardından bu havası soğuk ama görüntüsü sıcak olan cennete veda ettim. Aydın Dağları’nın  eteğinde Menderes Havzası’nda yer alan ve Çul Tepe’nin eteklerinde ve Dandalos Çayı’nın kıyısında Asartepe'de kurulmuş olan Antiocheia antik kentine sahip olan Kuyucak’tan geçerek son durağım olan Buharkent'e varmıştım.
 Hakkında olan yazılarda kısaca 3 T'nin kenti olan Buharkent : tarihinin , tarımın ve termal turizmin canlı olduğu harika bir kent . Aydın Ovası’nın en dar kesiminde olan Buharkent'te bir kaplıca bölgesini ziyaret etmek için Tekkeköy’deydim.  Yer altındaki sinirle soluyan havayı dizginlemeye çalışan yer üstündenki havanın çabalarını izlemeyi bitirmemle Aydın'a veda etme zamanımın geldiğini anladım .
Heredot bu memleket için "Yer yüzünde bilinenin en güzel gökyüzünün 6 ve en güzel iklimin bulunduğu yer " demiştir
  Gerçek anlamda Aydın ,  kültürü , tarihi ile unutamayacağım yeryüzündeki en güzel gök - yer iletişimini sağlaması ile muhteşem bir şehir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder