15 Aralık 2019 Pazar

İZMİR İL GÜNLÜĞÜ




                                                           İZMİR
                                                     EGE’NİN İNCİSİ
                                             
Çocukluğum, gençliğim, anılarım, sevinçlerim, mutluluğum, tecrübelerim, hatıralarım, hatalarım, korkularım, gözyaşlarım, hayal kırıklıklarım, bütün yaşanmışlıklarım. İzmir… Benim ruhumu hâlâ canlı kılan, özümün tohumlarını her bir karış toprağında hissetmemi sağlayan şehirdi. Bu koca şehir bana öyle şeyler kazandırdı, o kadar çok şey kattı ve aldı ki benden. İyisiyle kötüsüyle yanıma kalan bütün yaşanmışlıklar benimdi. Her şey gözümün önünden bir film şeridi gibi akıp gidiyordu; öylesine canlı bir görüntüydü ki bu, sanki bütün renkler aynı anda birbirine karışmıştı. Kendimi boşluk içinde hissediyordum, kaybettiğim zamanı bir daha geri getiremezdim fakat artık bana biçilen ömrün geri kalanını burada, ait olduğum şehirde yaşayacaktım.
Hava gürlüyordu. İzmir’in havasına hiç belli olmazdı; sabah bahar bahçe güneşken, akşam kara kış yağmurlu oluyordu. Âh be! Yirmi iki senedir hiç mi bir şey değişmez, yahu? Sanki bu, bana İzmir’in “Hoş geldin.” deme şekliydi.Yağmur çiselemeye başlamıştı bile. Yolum uzundu ama ben yolda kalmıştım; malum, akşam Konak trafiği kilitleniyordu. Yol açılacak gibi durmuyordu, ben de fırsattan istifade biraz burada vakit geçirmeye karar verdim.Ah, akşam denizi bir başka güzel oluyordu! Saatlerce bir demlik çay eşliğinde bu manzaranın keyfini çıkarabilirdim.
Kızlarağası çarşısında bir kahveciye gitmeye karar verdim; burayı ayrı bir seviyordum. Çocukluğumun bir parçası da oraya aitti, şimdi ise zamanla çok şey değişmiştir diye düşünüyordum ama özünü asla kaybetmeyeceğini biliyordum. Tarihçesi ve kökleri geçmişten günümüze kadar bir miras gibi korunmuştu. İzmir’in en büyük ve en gösterişli hanlarından birisiydi. Görkemli mimari yapısı bir özgünlük harikası olarak bilinir ve Osmanlı hanlarından birisi olması buraya ayrıca bir özellik kazandırmıştır. Okuduğum, araştırdığım kaynaklarda yazılanlarda bunları tasdikliyordu. Osman Bey tarafından, 1598 yılında yaptırılan bu yapı oldukça büyük bir alan üzerinde kurulmuş.
Kemeraltını neredeyse boydan boya dolaşmak şu an, en büyük arzularımdan biriydi; o çarşının içine girmek, ara sokaklarında kaybolmak, ruhumu bulmak, insan kalabalığının içine karışmak… Şimdi gece gözüyle her şey karışacağı için bunu yarın sabaha ertelemeye karar verdim. Nasılsa yeterince vaktim vardı, öyle değil mi?
Hanın içine girmiştim, buradaki en meşhur kahvecilerden birine oturdum ve bir Türk kahvesi istedim. Kahvem gelene kadar şöyle bir çarşının içini gözlerimle taradım; gerçekten her şey aynıydı, sadece daha da bir güzelleşmişti burası. Saat daha sekizdi, haliyle daha erken sayılırdı; bir bisiklet turu yapmak için vaktim vardı. Kahvemi içtikten sonra handan ayrıldım, buradaki dostlarımı başka bir gün uygun zamanda ziyaret etmeye karar verdim. Sahile indiğimdeyse şaşkınlığım barizdi; insanlar neredeyse akınla buraya gelmişti, birçoğu çimlere oturmuş yakınlarıyla gülüp eğleniyordu. Kartla saatlik bir bisiklet kiralıktan sonra İskeleyi boydan boya bisikletle gezdim; adeta ruhum bir çocuğun saf mutluluğunu tatmıştı. Yaklaşık bir saate yakın bisiklet turu yaptıktan sonra midemin guruldadığını hissettim; sanırım deniz havası beni haliyle acıktırmıştı. “İzmir köfte ne güzel giderdi şimdi…” diye düşünmeden edemiyordum. Bu saatte yemek yemek hiç huyum değildir lakin sadece bugüne özel kendimi biraz şımartmaya karar verdim. Yemeğimi yedikten sonra artık gece epey geç olmuştu; artık eve dönme vaktiydi. Toplu taşıma araçlarının nimetlerinden faydalanmak bu konuda oldukça güzeldi; metronun ve tramvayın gelmesi oldukça güzel ve gelişim gösteren bir olaydı.
Ertesi gün;
Sabah erkenden zıpkın gibi kalkmış, güzelce bir İzmir serpme kahvaltı yapmıştım. İzmir’e yakışır ne varsa hepsi kusursuz güzelliği ve lezzetiyle birlikte sofrada yerini almıştı. En çokta boyozun o eşsiz tadını hiçbir şekilde tarif edemezdim; o kadar çok özlediğim şey birikmişti ki… Sonrasın da aldığım bir sevindirici haberle birlikte Çankaya’ya bir dostumun yanına ziyarete gitmeye karar verdim; hem bu sayede çarşıyı görmüş olacaktım.
 Arkadaşımla birlikte Çankaya'nın bir ucundan Konak Sahil'in bir ucuna kadar sohbet ederek yürüdük. Gerçekten o kadar çok özlediğimi fark etmiştim ki bu günleri, keşke o yirmi iki yılı geri getirebilseydim.Burada, tüm dostlarımla birlikte olmak için elimden gelen her şeyi yapardım.
Arkadaşımla birlikte öyle derin bir sohbete dalmıştık ki artık ne kadar yürüdüysek farkında bile değildik. Hâliyle biraz karnımız acıkmıştı, arkadaşım buralarda İzmir'e özgü ev yemeklerinin olduğu bir mekândan bahsetmişti, oraya gitmek güzel olurdu. Hemen bu fikrimi arkadaşımla paylaştım ve o da bana katıldı.
Kısa sürede bahsettiğim yere varmıştık. Oldukça güzel ve şirin bir yerdi burası; tamamen gösteriş ve abartıdan uzak, sade bir yerdi.
Masada kirde kebabından, suraya, şevketi bostana kadar birçok çeşit yemek vardı. Tatlı olarak tabii ki olmazsa olmaz lokma vardı.Karnımızı güzelce doyurduktan sonra Kemeraltı çarşısının içine girmeye karar verdik; asıl mesele burada başlıyordu. Buranın içine sabahtan girip akşama kadar çıkabilen insan yoktu. Burada birçok ticari işlerin yapıldığı hanlar, sokaklar ve dükkânlar vardı; hepsi ayrı bir dokuda, farklı bir amaç doğrultusunda inşa edilmişti. Akşama kadar gezmek beni epey bir yormuştu ancak buna değdiğine emindim. 
Durmak yoktu. Havra sokağından, Şadırvan Cami’ye kadar tarihi ne kadar yer varsa hepsini bir bir gezdik ve gördüğümüz bir sokak satıcısından İzmir kumru alıp yolumuza devam ettik. Tarihi Kiliseleri ziyaret etme imkânımız ve farklı kültürlere tanıklık etme şansımız oldu. Benim için yirmi iki yıl sonra çok güzel bir deneyim oldu ve hayatım boyunca unutamayacağım bir anı olarak kaldı. Yarınki gezintim için çok heyecanlıydım.Bunları düşünerek yatağıma uzandım ve rahat bir şekilde uyudum.
Uyandığımda İzmir’in o güzel havasını içime çektim. İzmirlilerden duyduğuma göre İzmir’in en önemli yapıtlarından tarihi olan Asansöre gitmek için hazırlandım ve kaldığım otelden ayrıldım. Konağa geldiğimde asansörü bulmak için insanlara sordum ve en sonunda buldum. Asansöre ücretsiz giriliyormuş. Birbiri arasındaki yükseklik farkı nedeni ile yapılan merdivenler ile bağlantısı sağlanan iki caddeyi bağlamak esasına dayalı İzmir Tarihi Asansör inşası 1907 yılında yapılmış bir yapı olduğunu öğrendim.
En yukarıda insanların oturabileceği bir kafe var.Oturamadım çünkü o İzmir’im muhteşem manzarasını izliyordum. Bir de teleskop olduğunu gördüm genellikle gece yıldızları görmek için kullanılsa da insanlar bakıyordu yine de. Gezdikten sonra o kafede bir çay içtim. Gerçekten çok güzeldi. Bir de İzmir’in o güzel manzarası eşliğinde içilince başka bir tadı olduğunu düşündüm. İzmir’e gelip buraya gelmeden gitmemenizi tavsiye ederim.Saate baktığımda saatin 8 olduğunu gördüm ve kaldığım otele gittim.
 Bugün İzmir’de üçüncü günüm. Dün ki anılarımı bir yere bırakıp yeni bir günün getirdiği heyecanla kahvaltımı Alsancak sahilinde yapmayı düşünüyordum üstümü giyindim ve Basmane’de kaldığım oteller sokağındaki otelimden ayrıldım.Alsancak’a doğru yola çıktım.Yolda gördüğüm bir fırından İzmir’in geldiğimden beri duyduğum o güzel boyozundan ve simidinden aldım. Sahile geldiğimde herkesin gençlerin büyük bir çoğunluğunun oturduğunu görünce bende oturdum çimlere ve fırından aldığım yemekleri yedim.Düşündüğüm tek şey dedikleri kadar güzel olduğu havası ve yemekleri. Bugünkü durağım İzmir’in kültürel yerlerinden biri olan Şirince.
Şirince İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı köydür.Güzel bir yol geçirdikten sonra Şirince’ye geldim.Şirince, Türkiye’de Ege Bölgesi’nde İzmir kent merkezinin güneydoğusunda, Selçuk ilçe merkezine 8 km uzaklıkta bir dağ köyü. Bir dönem Kırkınca, Çirkince gibi isimlerle anılan köy Cumhuriyet Dönemi ile birlikte Şirince ismini almış.
Şirince’nin şüphesiz Türkiye’nin en estetik köylerinden biri.Esnafın çoğu dışarıdan gelmiş, eskiden ailelerin oturduğu taş konaklar çoğunlukla butik otel ya da restoran/ kafe olmuş.Köylülerin tezgahındaki yöresel mahsullerin çoğu kendi üretimi bile değil…  Sanki her sabah herkes setinin başına geçiyor, akşam turistlerin gitmesi ile dağılıyor.İlk gittiğimde gözümü her yerde olan şaraplar dikkatimi çekti.Aldığım bilgilere göre  genelde turlar Şirince ziyaretini, ikisi de Selçuk’ta olduğu için, sabahtan Efes, öğleden sonra da Şirince olarak planlıyor. Yarım gün her yerini gezmek ve fotoğraf çılgınlığına kapılmak için gayet yeterli bir zaman olduğunu düşünüyorum Selçuk’tan Şirince’ye saat 07.00 – 10.00 arası her 20 dakikada bir, 10.00 – 18.00 arası 30 dakikada bir, 18.00 – 19.40 arası da her 20 dakikada bir minibüsler kalkıyor. Buraya İzmir’den gelecekler içinse İzmir garajından ise her 40 dakikada bir Selçuk’a otobüs kalkıyor. Şirince’nin en eski adı aslında “Kırkınca” imiş. Rumlar Kirkince,mübadele sonrası Rumların yerine Türkler de Çirkince demeye başlayınca köyün ismi en son Çirkince kalmış. En sonunda çirkinin tam tersi olan köye Şirince denilmeye başlanmış.Şirinceyi turistik Yer yapan buranın şaraplarıymış.Bununla birlikte sommelierler (şarap eksperleri) genelde meyve şaraplarına burun kıvırırlarmış.Ama şişe şişe alanları da gördüğümü söylemek isterim.Burası aslında bir Rum Köyü olduğundan burada zaten bir şarap kültürü varmış, ama nasıl olduysa olay meyve şaraplarına kaymış; elma, çilek, muz, şeftali, kavun… Çoğunun gerçek meyve şarabı olmadığı, aroma katılmış şaraplar olduğu söyleniyor meyve şaraplarını herkes denememi söyledi ben de pek sevmem ama buraya gelmişken içtim.Enfes bir tadı var, gerçekten de dedikleri kadar varmış. Merkezindeki envaı çeşit ev yapımı sabun, el işleri, zeytinyağı ürünleri satılan köy pazarı, şarap evleri ve Arnavut kaldırımlı sokaklarındaki tarihi Rum evleri görülmesi gereken yerlerden. Ayrıca köyün kuzeyindeki Hodri Meydan Kulesi‘nden köy manzarası da bir harika. Şirince’nin meyve şarabının meşhur olduğunu söyledim.Buradaki şarap mahzenlerinden tadım ve alışveriş yapabiliyormuşsunuz.Köyün Güney cephesindeki Aziz John Baptist Kilisesi ziyarete açılalı çok olmadı. Kilisenin tarihinin ne kadar eskiye uzandığı tam olarak bilinemiyor ama 1805’te yeniden inşa edilerek şu anki görüntüsüne geldiğini biliyoruz. Kilisenin küçük bir de şarap mahzeni var. Burada da şarap tadımı yapabiliyorsunuz. Yorulduğumu hissettim dinlenmek için bir yere oturdum ve herkesin Türk kahvesi içtiğini gördüm ve bende istedim . .Hemen sıcak kum üzerinde, ağır ağır pişmiş şöyle bol köpüklü bir Türk Kahvesi içtim.Tiyatro Medresesi,performans sanatları araştırmaları yapmaya, çalışmaya ve dinlenmeye gelinecek, hem amatör hem de profesyonel tiyatrocular için bir toplanma alanı. Seyirciler ve sanatçıların bir araya gelerek tanışma ve tartışma imkânı bulacağı gerçek bir karşılaşma mekânı olarak düşünülmüş.
Mimarı ise  Sevan Nişanyan. Burada atölye çalışmaları, yaz kampları, tiyatro kampları, paneller ve konferanslar düzenleniyor. Burada ne yapabiliriz derseniz, turizm amaçlı gidip gezilecek bir yer değil ama burada sahne alan performansları izlemeye gidebiliyorsunuz. Bir şeyin sergilenip sergilenmeyeceği gün içinde belli oluyor, o yüzden gittiğiniz gün sosyal medya hesaplarından takip edin.
Bir de MonoFest adı ile bir festival yapıyorlar, tek kişilik gösteriler oluyor. Ağustos’ta Şirince’deyseniz mutlaka bakın. Tiyatro Medresesi’nin hemen yanındaki arazide ise ünlü Nesin Matematik Köyü var. Burası matematiği ders olmaktan çıkarıp hayatın içine sokan, hocaların ve öğrencilerin bir arada yaşayıp mekanın yönetiminde beraber söz sahibi olduğu, sessiz sakin, doğa ile iç içe, kâr amacı gütmeyen ütopik bir öğrenme alanı. Lise ve sonrası öğrenciler buradaki matematik kamplarına katılabilir. 1-2 hafta sürüyormuş köyün tüm etkinlikleri yaz aylarında oluyormuş o yüzden pek bir şey göremedim Şirince’de dikkatimi çeken en ilginç şey Brad Pitt’in Oynağı Truva Filminin Takılarını Yapan Dükkân
Şirince’nin çarşısında Demetrius of Ephesus isimli bir dükkân var ve Troy filminde gördüğünüz o Helenistik takıları sahibi Sedat Kantaroğlu yapmış. Film için araştırma yapmaya Türkiye’ye gelen film ekibi, kendisinin Selçuk Müzesi’nde açtığı sergiyi gezip işlerini beğenince ona film için takı tasarlamasını teklif etmişler. Dükkânında Brad Pitt’in imzalı fotoğrafından, Cuelho imzalı kitaba pek çok ünlünün hatırası var.
Şirince’nin girişinde tarihi bir kilise vardır. Yüksekçe bir tepe üzerinde bulunan bu kilise 19. yüzyıldan kalma bir Rum kilisesi. Kilise, mübadele döneminde buraya Yunanistan’dan gelen mübadillerce camiye çevrilmiş. Kilisenin mihrabı ve duvarları 12 havari resimleri freskleri ile bezeli. Bu fresklerden Andreas ve Markos’un isim ve resimleri günümüze gelebilenler. 2012 yılına kadar harap halde olan kilise, restorasyona girmiş ve 2016’da yeniden açılmış.
Şirince’de yemek yemek için fazla yer yok ama gene de üzüm kafe denilen bir yere girdim. Çok kalabalıktı. Harika bir şirince manzarasında saatlerce oturdum. Saat 6.30 olmuştu Şirince’den ayrıldım. Huzur veren kısa bir yolculuktan sonra Basmane’deki otelime geldim. Güzel bir gün geçirdiğimi düşündüm. Ancak bu projede bize ayrılan sayfaların sonuna gelirken tanıtamadığımız yerler için üzüldüm. Ege’nin İncisi olan bu kentte çünkü daha görülesi pek çok yer var. Yüzyıllara meydan okuyan Efes Antik Kenti, Bergama, Agora, Çeşme, Alaçatı, Seferihisar, Sığacık mutlaka görmeniz gereken yerler arasında. Tatmanız gereken onca lezzeti de unutmayın derim.Bu kentin sıcakkanlı insanları sizi hep sevgiyle karşılayacaktır  buna eminim. Bir sonraki ilimizde görüşmek üzere sevgiyle kalın.
Proje Adı: 81 İL 81 HAYAT 1 GÜNLÜK / İZMİR
Projede Koordinatörü: Alican KAYAŞ ( Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni )
Proje Okulu: Konak Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi /İZMİR
Projede Yer Alan Öğrenciler:
Sena YAVUZ                                                        Bengüsu Yaldız          

 İnci  KARAMAN                                                     Ozan  EMEN

Sena Yağmur  GÜVEN                                       Zafer DURMUŞ                

Zelal  TALHAN                                                   Özgül  AKBABA

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder